Thursday, April 25, 2024

NIHAN TEKELI’nin Olmeden Onceki Siirleri

By , in Siirler on . Tagged width: ,

ÖLÜM SESSİZLİĞİMİ

Sağır edici bir sessizlik

Soğuk bir esinti

Saatlerdir anlatıyorum sana

Sense saatlerdir yatıyorsun

Neden üstünde beyaz bir örtü var

Neden herkez ağlıyor

Halbuki sen hiç sevmezsin göz yaşlarını

Sustursana onları

Işıltılar saçsana ağlayan gözlere

Hava öyle soğukki kutuptayım sanki

Gerçekte dekor hep ayni herşey soğuk

Birde sağır edici sessizlik

Ve senin buz gibi bedenin

Ellerini bana ver ki ısıtayım onları

Tutayım sımsıkı fakat taş gibi olmuşlar

Bir heykelin mermer elleri gibi

Soğuk çok soğuk

Ben sözler duyuyorum bir sesler

Burayamı geliyorlar

Ellerinde birşey var kutu gibi…

Ellerini ellerimden çekiyorlar

Kaldırıyorlar seni durdursana onları

Bağır  çağır götürmesinler seni

DURUN YALVARIYORUM

Götürmeyin, beni de öldürmeyin söyle

Soğuk üşüyorum

Ruhum bedenimden ayrılıyor sanki

Oysa hepsi yalan

Yaşıyorsun sen

Yaşıyorsun değil mi?

 En çok sevdiginiz mevsim hangisidir* Niçin*

 

Kimsenin hoşuna gitmeyen çoğu kez de herkesin nefret ettiği mevsim. SONBAHAR…

Bu mevsimi önceden sevmezdim: hatta nefret ederdim. Çünkü benim için o zamanlar yağmuruyla her yeri çamur yapan: yapraklarını dökerek ağacları çıplaklaştıran: hırçın rüzgarını evimizin hemen önündeki elektrik telleriyle birleştirip çirkin uğultular çıkararak beni korkutan: dışarı çıkıp oynayamadığım: her yeri ölümcül bir yas havasına boğan kötü bir mevsimdi Sonbahar.

Fakat şimdi daha başka bambaşka duyguları tattığım için mi bilmem  bu mevsimi nostajik ve romantik değişik bir havası olduğu kanısındayım. Bizim orada bambaşkadır sonbahar. Evet. Çoğu kez herkezin küçümsediği Küçükçekmece”nin gölün hemen kıyısında olan caddede… Benim yedi sene boyunca hüzün  ve sevinçlerimi heyecanlarımı paylaştığım hatta onlarda çözüm yolu bulduğum kasvetli Küçükçekmece gölü romantik caddem ve odamın güzel manzaralı penceresinde akşam güneş batmak üzereyken pencereden dışarı baktığımda artık bam başka bir dünya ya adım attığımı zannediyorum.

Bu dünyada “üşümek” diye birşey yok. Çünkü dışarının bu ateş gibi havası sarar bedeninizi benliğinizi yüreğinizi… Önemli olanda bu değilmi zaten* Yüreği sıcak tutmak

Bu dünyada gerçeklere yer yok.Yani acılara yalanlara ve o bitmez tükenmez yürek burukluğuna tarafiğin gürültüsüne…

Bu dünyada  tutsaklık yok sınır yok yasak yok. İnsan istediğini düşünebilir düşüncelerinde özgür gerçekte yapamadığı şeyleri hayal eder hiç bir zaman kısıtlama tanımaksızın.

Merak ediyor insan bu tanımlamalardan sonra Neresi burası* Nasıl ulaşılabilir buraya* Hayal mi gerçek mi*Nasıl bir ortam burası*

Bence burası bambaşka bir yer…

Başımı göle karşı çevirdiğimde uçsuz bucaksız bir okyanusta tek başıma yüzer gibi hissediyorum kendimi. Burada yol arkadaşım yanlızcas gün boyu beni hayrete düşürecek bir biçimde şık kılık boy ortam ve düşünce değişikliği yapan bazen sarı bazen eflatun bazen mavi bazen kızıl ve bazen de ayırt edemediğim bir alacalıkla tepemde beni takip eden kesinlikle romantik duygular beslediğim güneş olur.

Pencereden bu okyonusun diğer başına baktığımda kendimi o yanıp sönen rengarenk ışıkların ortasında kaybolmuş sahibini bulmaya çalışan yapayalnız bir yıldız olarak hayal ediyorum.

Bir de üzerine gök kuşağının bir gölge bıraktığı gölün ortasında içinde sevdalılarla bir yelkenli görüyorum güneşin karmaşık kızıllığına bürünmüş.

Caddeye baktığımda ise bu dünyanın içinde yepyeni bir dünya daha buluyorum.

Burada geceyi romantik kılan o kadar çok şey var ki. Hafif  bir loşlukla etrafı aydınlatan sokak lambası sevenlerin yüreğinde esen rüzgarda uçuşan hışırtılı yaprakları kırılmış yada sevinçten deliye dönen bir yürekten dökülen gözyaşları gibi sindire sindire şakır şakır yağan yağmur ve uzaklardaki gazinodan gelen o nostajik musiki… Bir de doğa musikisi var duyulabilen hissedilebilen yüreklerin dinlediği…

İşte duyabilen bir yüreğin dünyası bu.

Demiştim ya: “BİZİM ORADA BAŞKADIR BU MEVSİM” diye…

 

MESLEK

             Esasında küçüklüğümden beri idealimdeki meslek avukatlıktır benim. Küçükken bu mesleğin gerektireceği şartlar getireceği avantajlar ve dezavantajlar hakkında hiçbir bilgim yoktu.  Buna rağmen ben yine de bu mesleği koymuştum kafama çünkü babam sokmuştu bunu benim aklıma.

            Küçükken devletin sorunlarıyla insan haklarıyla falan da ilgilenmezdim: yanlızca kedimi ve çevremdekileri dikkate alır onları düşünürdüm sadece. Yaşam yanlızca benim yaşamımdı. Başkaları ölmüş aç kalmış feryat figan ağlarmış hakları görülmezmiş… Hiç umrumda bile değildi. Memleket nasıl ayakta durur işler nasıl yürür insanlar nasıl kalkınır gelişmek için neye ihtiyaç duyar kimlere muhtaçtır bu hususta… Düşünme konusu bile olamazdı bunlar benim için. Hayatım yanlızca oyun arkadaşlar eğlenmek ailem ve gelip geçen birçok köpeğim yanlızca onlar için üzülür onlar için sevinirdim.

            O zamanlar hiç düşünmezdim neden yaşıyoruz biz diye. Ne de olsa keyfim tıkır istediğim herşey önümde hazırdı. Buna gerek yoktu. Zaten bunları düşünmeye aklımda ermezdi.

            Uzun zaman sonra bu yaşıma onüçüme geldim ve kafama şu soru takıldı kaldı:”Biz niçin yaşıyoruz” Bu soru kafamda öyle bir yer edinmiştiki her anımda her düşüncemde bu soru yer alıyordu.Uzun sure bunu kendi kafamda halletmeye çalıştım fakat başaramadım. Daha sonra çevremdekilerde aradım çareyi. Arkadaşlarıma sordum “neden” diye hepside aynı cevabı verdi:iyi bir yaşam sürebilmek mutlu olabilmek için  kültüre gereksinim duyuyoruz. Fakat bu benim için bir çözüm değildi.Bir sorun daha vardı kafamda: Madem ki öleceğiz nedir bu kültürlü olma çabası üztünlük çatışması mutlu olma isteği. Bu soruya kimse cevap veremedi: annem dahi… Cevap alamadığım için bu sorular iyice kafamı kurcalamaya hızla devam ettilerç Ancak şu an bunu eskisi kadar düşünmüyorum: cevabını buldum çünkü. Hem de hiç beklenmedik bir anda. Din dersinde. İşte sorumun cevabı şu: “ Biz bir sınavdayız yaşamakla.Her sevabımızda her iyi davranışımızda birer puan kazanıyor her kötü eylemimizde ise ise bir eksi puan alıyoruz.Hepimizin sınav süresi farklı. Sınav bittiğinde ise günah ve sevaplarımız değerlendiriliyor: buna göre başarımızın ödülü olarak cennete ya da başarısızlığımız bize ders olsun diye cehenneme gidiyoruz.

Önerilen makaleler