Thursday, November 21, 2024

BETÜL’ÜN ÖRTÜSÜ

By , in Islamiyet on . Tagged width: ,

Okuldaki hademe, bahçede oturan küçük kıza yak­laştı. Belli ki hademe de bıkmıştı. Küçük kız, okul çan­tasını sağ yanına bırakmış, iki elini yanaklarına daya­mış, dirseklerini dizlerinin üzerine dikerek öylece otur­muştu. Gözleri gelen hademenin üzerindeydi.  

“Kızım, Müdür Bey okulun bahçesinin dışına çıkma­nı istiyor” dedi hademe.  

Öğrenciler, öğretmenler ders­teydi. Betül’ün gözü Müdür odasının penceresine kay­dı. Müdür Bey camın ardındaydı. 

“Müdür mü söyledi? Benim için fark etmez” dedi, çıktı.

Haftalardır bu oyun tekrarlanıyordu. Okul bahçesi­nin dışına çıkıyor, eline aldığı kitabı öğle vaktine kadar okuyordu. Okul Müdürü:

“Kızım, hala inadından vazgeçmedin mi?”  

“Benimkisi inat değil ki. Sizinki…”
“Biz burada devleti temsil ediyoruz, devletin kanun­larını uyguluyoruz. Gel de vazgeç. Bak, arkadaşların efendi efendi derslere devam ettiler. Sen onlardan da­ha çok mu daha dindarsın. Sınıfına girerken çıkar, çık­tığında tekrar takar gidersin.”
 

“Hayır efendim, yapamam. Beni öyle kabul edin. Ben başörtümü çıkaramam.”
 

Aynı hikaye…  

“Kızım eğer başını açıp okula devam etmezsen seni şikayet ederim. Mecburi sekiz yıllık eği­timi almıyor, diye mahkemeye verileceksin. Senin için kötü olur. Baban ceza alır.”
 

“Ne olacaksa olsun” dedi Betül.
 

“Sen bilirsin, benden günah gitti” diyen Müdür dö­nüp gitti. Öğle vakti okuldan çıkan arkadaşlarıyla beraber eve dönüş yolundaydı, sitemkardı. 

“Beni yalnız bıraktınız. Onların zulmüne boyun eğdiniz. “ 

Bir süre kimse cevap vermedi. Kızlardan büyüğü hatalı olduklarını kabullenerek sözü aldı.
 

“Dayanamadık artık. Evde anne, baba… Okulda Müdür. Şaşırdık kaldık. İstemesek de mecbur olduk.” 

“Nasılsa son senedir, bitirsek tamamdır” dedi küçüğü. 

Betül, arkadaşlarının ızdırap çektiğini biliyordu. Ön­celeri on kişi idiler. Bazıları hemen başörtülerini çıkar­mış, kimisinin ailesi ise kızlarını artık okula göndermi­yordu. Üç kişi direnmişlerdi. Nihayet bu hafta yalnız başına kalmıştı. Eve vardı. Akşam olacakları düşünüyordu. Müdür, muhakkak babasına haber verirdi. Babası Cebbar Bey, eve yetişir yetişmez köpürmüştü. 

“Ben, senin okula devam ettiğini biliyordum. Meğer gidip okulun önünde durup geliyormuşsun. Seni baş belası kız.” Hıncını alamadı. Bir tokat indirdi. Sakine Hanım, kızını çekip diğer odaya aldı. 

“Kızı öldüreceksin.” 

“Hep sen şımartıyorsun, bir de mahkemeye versin­ler o zaman sizinle görüşürüz.” 

Betül, odasında hüngür hüngür ağlıyordu. Bunu du­yan küçük kardeşi Hasan, ablasının yanına gelip otur­du. Bir süre öyle kaldılar. Sonra da ablasından ödevini yapması için yardım istedi.

Günler birbirini kovaladı. Korkulan olmuştu. Ceb­bar Bey mahkemeye çağrılmıştı. Yanına kızını alarak gitti. Hakimin odasında kasvetli bir hava vardı. Hakim kızgın sözcüklerle karşısında el pençe duran, üşengen kızcağızı hırpalarcasına sorguluyordu. 

“Niye okula devam etmedin, orta öğretimin zorun­lu olduğunu bilmiyor musun?” 

“Biliyorum efendim. Okul idaresi bırakmadı.” 

“Ne demek bırakmadılar. Okula devam etmediğine dair bizzat Okul Müdürü şikayette bulunmuş. Yanlışlık mı yapmış?” 

“Ben, her gün okula gittim. Başörtülüyüm diye al­madılar. Sonra da eve dönüyordum.” 

“Öyle mi?” 

“Evet efendim.” 

“Şimdi sen, başındaki şu bez parçası yüzünden mi okulu bıraktın?” 

“Efendim, bu örtü inancım gereği.” 

Hakim’in içinden örtüyü çekip başından almak gel­di; ama bir an için hukuk adamı olduğunu hatırladı. Duygularını karıştırmamalıydı. 

“Sen, henüz çocuksun. Ne anlıyorsun inançtan. Yoksa ailen mi okumanı istemiyor? Şu an burada kim­se yok, babanı dahi içeri almadım. Eğer ailen baskı ya­pıyorsa bana söyle; devlet gereğini yapar.”  

“Ailemin baskısı yok. Ben kendi isteğimle örtün­düm. Örtünmek dinimin emridir. Açılıp okula gitmek­tense böyle kalmayı tercih ediyorum.”  

“Kafası doldurulmuş kızın” diye düşündü.

“Ne dini kızım, yanlış töreler bunlar.” 

Hakim, kızın aile tarafından korkutulmuş olabilece­ğini düşündü.  

“Çıkabilirsin” dedi. “Babasını çağırın!” 

Cebbar Bey, mahcubiyet içinde gelip durdu. 

“Siz mi okula gitmesini istemiyorsunuz?” 

“Ne münasebet Hakim Bey. Onu o kadar zorladım. Hatta dövdüm. İnadım inat deyip başındaki örtüyü çı­karıp okula gitmedi. Belki siz bir şeyler yaparsınız, ikna edersiniz. “ 

Kızın inatçılığı mı, kararlılığı mı her neyse Hakim’in de tuhafına gitmişti. Önünde duran kağıtlara bakarak konuştu. 

“Beyefendi, anlaşılan kızınız kendisi okula gitmek istemiyor. Yapabileceğimiz bir şey yok. Biz kanun ada­mıyız. Bana kalsaydı zorla okula götürürdüm. Biz de yetkimizi aşamayız işte.”  

Mahkeme öylece bitti. Cebbar Bey, kızını çimdikle­ye çimdikleye, tehdit ederek eve getirdi. Kapıdan girin­ce kızını bir eşya gibi içeri fırlattı. Hanımına döndü: 

“Senin kızın Hakime kafa tutuyor. Hakimin kim ol­duğunu bilmiyor. Hakim, devlettir devlet. Allah’tan ce­za almadık. Bir baş belası işte. Bu kız kime çekmiş an­layamadım. Varsın artık ne yaparsa yapsın. İlk isteme­ye gelene hemen vereceğim gitsin” diye söylenip durdu.  

Evde Çıt yoktu. Cebbar Bey sinirli sinirli evi terk etti. Betül, odasına kapandı, bu küçük bedeniyle bunca baskı ve zulüm görmesi onu yıpratıyordu.  

Babası…Okul Müdürü… Hakim… nedir bunlardan çektiği?

Annesi kızının omuzlarına dokundu. 

“Ağlama kızım. Baban sonra yumuşar.” 

“Benden ne istiyorlar? Ya babam?” 

‘’Ah kızım, bilmiyorum ki. Sen de fazla inat etme­sen, hani diyorum bir seneciktir, başını açıp okusan. Bunca dert başımıza gelmezdi. ‘’ 

“Anne, sen de mi? Anne günahtır. Hz. Ayşe örtü­lüydü. Hz. Fatma örtülüydü. Allah Kur’an’da emretmiş. Ben niye başımı açayım ki?” 

“Kızım biliyorum günahtır. Fakat herkes de bir gü­nah işliyor.”  

“Anne, onların tarafına mı geçtin? Örtünmeyi sen­den öğrendim. Şimdi bana “çıkar” diyorsun.” 

“Ben öyle demiyorum” 

“Benim örtümün onlara ne zararı var. Madem ki bu bir bez parçasıdır, o zaman bu bez parçasından niye korkuyorlar. Beni okula almıyorlar.” 

Gözlerini yukarı dikti. “Allah’ım Senden başka yar­dımcım yok”, der gibiydi. Annesi sessizliği bozdu. “Evde oturup ne yapacaksın?” 

“Boş durmayacağım anne, yapacak işlerim var.”  

“Hadi bakalım. Allah hayırlısını versin.”  

Kızını ku­cakladı, başından öptü çıktı. Betül için okul hayatı bitmişti. Ama o hayatı bir okul olarak görüp çalıştı. Evde genelde odasındaydı. Küçük kardeşine ödevlerinde yardımcı olurdu. Babasındaki öf­ke durulmuş gibiydi. Evde pek göz göze de gelmezlerdi. Aradan bir yıl geçmişti. Cebbar Bey oturma odasın­daydı. Sakine Hanım elinde bir davetiye kartıyla yanaştı. 

“Bey, müftülük bizleri davet etmiş.”  

“Ne daveti, ne müftülüğü?” Garipsedi, alıp okudu.

“Ne içinmiş?”  

“Betül ile ilgili, yarışma varmış.” 

“Betül ile ilgili mi?” 

“Haberin yok mu? Kızın bir yıldır Müftülüğe ait Kur’an Kursu’na devam ediyor.”  

Kızının katıldığı oku­ma yarışmasından bahsetti. Cebbar Bey, kızının Kur’an Kursu’na devam ettiği­ni yeni duyuyordu. Bazen elindeki Kur’an’la görmüştü ama komşu kadınlardan ders aldığını sanmıştı. Sorma gereğini hissetmemişti. Kızı saatlerce odasına kapanır­dı. Bir defa odasına girmiş, masada açık duran Kur’an’ı ve bir kaç da dini kitap görmüştü. 

“Gelmem şart mı?” 

“Seni bilmem; ama ben gideceğim.” 

“Hele bir yarın olsun. Zamanım olsa uğrarım. Saat kaçtaymış, neredeymiş?”

Elindeki karta bakıp okudu. Müftülüğe bağlı Kur’an Kursu’nda bu sene hafızlığı bitiren öğrenciler arasında yarışma düzenlenmişti. Bu, gelenek haline gelmişti. Be­tül, bir senede olağanüstü çaba sarf ederek hafızlığını tamamlamıştı. Oysa çoğu arkadaşı üç yılda ancak hafız olabilmişti. Bu yarışmada hem ezber, hem düzgün ve güzel okuma değerlendiriliyordu. Yarışma başlamıştı. Sıra Betül’e geldi. Önce, ko­nuklara baktı. Annesi ona gülümsedi. Demek ki babası gelmemişti. Kalbinde bir burukluk hissetti. Okumaya başladı.Cebbar Bey geç geldi. Gözleri hanımını aradı. Onu bulunca ön tarafta hanımının yanına ayrılan boş yere oturdu. Yerler ailelere göre belirlenmişti. Gitti, hanımı­nın yanına oturdu. 

“Epey geç kaldın” dedi Sakine Hanım. Gözleri sah­nedeydi.

“Ancak Hanım. Peki, Betül nerede?” 

“Kızın sahnede Bey, kızının sesini tanımıyor musun?”

Cebbar Bey, gözlerine inanamadı. Hiç dikkat etme­mişti. Kızının ne güzel sesi vardı. O da mı yarışmacıy­dı? Merakı büsbütün arttı.  

“Betül gözlerini sanki kapatmış okuyor, ben mi yan­lış görüyorum?”  

“Bey, senin kızın hafız olmuş. Yani Kur’an’ın hep­sini ezberlemiş.”  

Gözleri kızında kalırken, düşünceleri geçmişe gitti. Kızına ne kadar da çok hakaret etmişti. Kızının bu du­rumuyla övünme hakkı var mıydı? Duygulandı. Kızının odasına kapanmaları, o açık Kur’an, demek ki hepsi hafızlık içinmiş, yeni anlıyordu. Yarışma sonuçlandı. Jüri üyeleri puanları açıkladı. Yarışmanın birincisi Betül olmuştu. Ödül olarak hafızlık belgesi ve bir altın verilecekti. Betül çağrıldı. Ödülü kendisine verilirken gözleri annesini aradı. Annesi ayakta sevinç gözyaşlarını siliyor­du. Hemen yanında babasının da biraz sevinç biraz da mahcubiyet duygularıyla gözlerinden yaşlar akıttığını farketti. Göz göze gelince bakışları Betül’ den özür diler gibiydi. Aslında bu gözyaşları Betül için alınan en an­lamlı ödül idi. Aklına son okuduğu kitaptan cesaret ve­rici satırlar geldi: 

“Hayatta tek seçenek yoktur. Insanın her zaman ba­şarıyla yapabileceği bir şey vardır. İnanmak yeterlidir.” 

KAYNAK: İNZAR DERGİSİ